24 Ağustos 2017 Perşembe

HAYATİ ÇAVDAR, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (tp - TPAO) Genel Müdürlüğü, Makina İkmal Grup Başkanlığı, Emekli Grup Başkanı













AHMET DİNÇER & SAFFET DÜLGER, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Genel Müdürlüğü - Arama Grubu Başkanlığı; İki Büyük Usta, İki "İLERİGELEN DUAYEN" ve UNUTULMAZ EMEKTARLAR

Jeoloji Yüksek Mühendisi
AHMET DİNÇER
Jeoloji Yüksek Mühendisi
AHMET DİNÇER








Jeoloji Yüksek Mühendisi
SAFFET DÜLGER


Göksel ÖVÜL, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Arama Grup Başkanlığı - Jeofizik (Veri İşlem Merkezi - VERİM) Araştırma Merkezi D Blok 4. Kat

BİR GEZİ HİKÂYESİ DAHA
Göksel ÖVÜL (TPAO-Arama, Veri İşlem Merkezi-VERİM) 
& Yüksel ÖVÜL
Geçen defa İlter’in teklifi sonucu yaptığımız Amerika seyahatinden  sonra, bu defa da başka bir oğlumuzun, Göksel’in oğlu yeğenim Emre’nin iteklemesiyle Göksel, Sümran, Gülsen ve ben  7 günlük bir Barselona ve Madrid  gezisine çıkmaya karar verdik.
Aslında bunun ‘gittik, geldik, gördük’ gibi sadece bizi ilgilendiren bir öykü gibi  değil, Anı sepetine atılan bir anı yumağı olarak hatırlanması amacıyla yazmayı istiyorum. Yolculuk  bizim Adanadan, Göksel’lerin de Ankaradan sabahın  köründe İstanbul’a  hareketimizle  başladı.  Havaalanında buluştuk. Birkaç telaşlı koşuşturmadan sonra telefonda tur rehberiyle de teması kurup  herkesten önce  evet herkesten önce biniş kartlarımızı alarak rahatladık. Tabii bundan amaç Free shop bölümüne  daha çok zaman ayırmaktı. Nitekim, burada etrafı dolaştıktan sonra Göksel ve ben Biniş kapısına yönlendik. Orada epey bir süre uçağa alınma saatini bekledik. Sümran ve Gülsen ya ağır ağır yürüdüklerinden ya da Freeshoplardan kolay ayrılamadıklarından olsa gerek anca gelebildiler. Gökselle bakıştık, ikimiz de gerçek sebebi biliyorduk…
Gezi grubu bir rehberle beraber 40 kişi kadar vardı.  Uçakta Türkçe konuşmalar ve tabii ahbaplık tohumları hemen atılmaya başladı.  İkram  falan yok tabii. Sümran’ın yaptığı bol peynirli sandviçler hayatımızı kurtardı. İçicek yerine de yutkunmayla yetindik.
 Saat 10.30 da  kalkan uçak 3 saatlik rahat uçuştan sonra Barcelona’ya indi. Türkiye ile bir saatlik fark var İspanya’da. Tabii Türkiye ileri.(En önde Türk iiileri,iiileri )
Pasaport kontrolü epeyce kalabalıktı  ama fazla beklemedik ve bavulları almaya gittik. Hanımlar kenarda beklerken biz bantın başında bavulları beklemeye başladık. Bantın üzerinde bir parti bavul gelmiş  ve bazı bavullar sahiplerini beklemeye başlamış bile ama bant hareketsiz. Biz sonraki bavulları bekliyoruz. Bant hala hareketsiz. Göksel’le ben  karşılıklı bakışıyoruz. Neden sonra bir ara Göksel bantın karşı tarafında bekleyen bavullardan .birine doğru yürüdü, kontrol etti, kendi bavulu imiş. Ben uzaktan gülmeye başladım. ‘Yahu dedim göksel’e, deminden beri çocuk babaa diye ağlıyormuş da haberin olmamış!’ . Bant hala hareketsiz,yeni parti henüz gelmedi. Biraz güldükten sonra bir baktım bandın çıkış ağzında bizim bavulun renginde bir bavul daha duruyor, yanına gittim. Baktım benim bavul. O da deminden beri kıçını yırtıyormuş Baba diye. Neyse gezilerde böyle şeyler normal.Gülünecek bir şey  değil.
Bavullarını alan  tur yolcularının daha sonra katılmasıyla(Gene de biz bavullarımızı epey önce almışız…) terminal çıkışında toplandık. Tur programına göre otele gitmeden önce  otobüsle genel bir şehir turu ayarlanmış Tolga’nın (rehberin adı bu.) yönetiminde. Otobüs geldi hepimiz  doluştuk.Tura katılanlar arasında bir emekli savcı,emekli öğretmenler. Bir avukat   ve bir mühendis (biz)  gibi yaşlıların (biz değil) yanında çeşitli mesleklerden  gençler var. Bir de yeni evli çift.  Savcı hemen otobüste en öne oturdu, meslek alışkanlığı ile. Sonraki günler de yerini hiç kaptırmadı. Kimse de oturmaya   kalkışmadı.
Şehir turunda, Barcelonanın  gezip görülmesi gereken yerleri gerek otobüsten gerekse yürüyerek gidilebiliyor. Bunların arasında Endülüs arenası,Katalunya meydanı,şehre tepeden bakan nefis manzaralı Montjuık tepesi, liman,  , Gaudi’nin evleri (Barcelona’da  her yerde Gaudinin adı geçiyor. Zannedersiniz ki tüm şehri bu mimar yapmış adam sadece mimar değil, süsleme sanatçısı, resssam heykeltraş ve şehircilik uzmanı aynı zamanda. Heryerde, herşeyde imzası var. Yaptıklarını düşününce sanki 200 yıl yaşamış  zannedilir ama ,1925 yılında  60 yaş civarında ölmüş garibim.  Burada çok uzaklardan da görülebilen  ve bitmeyen Bazilika  denen  bir büyük Kilise var. Muhteşem. Yıllardır , hem de kaç yüz yıldır inşaatı sürüyor, etrafında hala vinçler çalışıyor. İşte Gaudi bununda yenileme çalışmalarını yapmış. Hesaplara göre 2026 yılında  yenileme çalışmaları bitecekmiş. Ben  söylenenin yalancısıyım. Her neyse bu kilisenin dört tarafını döndürdü Tolga. Ben hemen  homurdanmaya başladım.’ Ulan sen sabahın köründen  beri yollarda helak ol sonra da kalk kilise etrafında tavaf et. Üstelik hala bitmemiş.’diye .Neyse tur devam etti. Rabla meydanı, Olimpiyat stadını falan gezdik. O zaman daha bu rambla meydanı denen gezinti yerinin mekanımız olacağını bilmiyorduk.
Velhasıl, bu tur kah yürüyerek kah otobüsle olmak üzere sürdü.Rehber,  İşte bu Rambla meydanında  bize birkaç saat sonra otobüsle buluşacağımız, yemek yiyebileceğimiz yerleri gösterip sürüyü kendi haline bıraktı, kafasına göre takılmaya gitti.  Kaldık mı biz tek başımıza garip ellerde…Artık şenlik başladı. Herkes bir yerlere dağılmaya  yönlendi.  Biz de epey acıkmıştık tabii. Uçaktaki sandviçlerin  tatları bile kaybolmuştu ağızlarımızdan. Biraz dolaştıktan sonra  çareyi Burgerking’ de  yemekte bulduk. Akşam saat yedi civarında  gözlerimizin önünde yatak hayalleri oluşmaya başladığı  sırada otobüsle buluşacağımız yere geldik,biraz bekledik. Beklerken ahbaplıklar ısındı. Otobüse binince Savcının ön koltuk tutkusu belli oldu iyice..Otel şehirden 3o-40 dakika uzakta. Etrafı seyrederek otele geldik. Fena bir otel değil,temiz banyosu güzel,TV, koltuk falan var.  Odalar önceden dağıtılmış olduğu için beklemeden odalara çıkışımız turu  yapan şirket için iyi nottu.
Sabah çok erken kalkmış olmak,dört saatlik uçak yolculuğu,uzun yürüyüşler,gıda almada eksiklik ve alıştığımız düzenin dışında yemek zamanları şahsen benim yaş grubumun dışında kalan bir aktivite olduğu için beni TV ve yatak  paklardı. Ben de bu kurala uydum. Hanımlar da iyilerdi,şikayet sesi çıkarmadan uydular. Göksel’in de maşallahı var.Bana mısın demedi,sonraki günlerde de demeyeceğini şimdiden gösterdi.
Birinci gün böyle geçti.
Barcelona ‘da üç gece daha kalacağız. İkinci gün ekstra  bir tur var Andorra ve Monserrat’ya.  Ben ekstra turlara katılmayı kaldıramayacağımı düşünüyorum. Tur programına baktım.Bir tek Madrid’teki Flamenco  gecesine kaydımızı yaptırdım.Yarınki Andorra gezisine Gökseller katılmaya karar verdiler.
İkinci gün yağmurlu bir sabaha açtık gözlerimizi. O gün Gökseller tura gidecekleri için yalnız olacaktık. Nitekim, kahvaltıdan sonra onlar Andorra’ya doğru yola çıktılar. Ben o gün ertesi günlere hazırlık olsun diye şehre inen otobüsü soruşturdum ve tarif üzerine otobüs durağını bularak beklemeye başladık. Durakta gelecek otobüslerin kaç  dakika sonra geleceğini gösteren ışıklı bir tabela var. Bizim bineceğimiz 63 No.lu otobüs 3 dakika sonra gelecekmiş. Ben tabii türkiye’den alışık olduğumdan, otobüs gerçekten 3 dk sonra gelince hiç şaşırmadım.(!) biletleri şoföre kelle başı 2.60 Eu vererek aldık ve otomatik makineye attık. Madem atacaktık, neden para vererek aldık? dedim ama kimse oralı olmadı. 30 dakika sonra bizim de ineceğimiz son durağa geldik. İnince gideceğimiz  yerin adını biliyorduk tabii. La Rambla dedikleri gezi yeri. Burası Katalunya denilen Meydanda. Barcelona Katalanların şehri. Özgürlük arzuları dillere destan. Kendilerini İspanya saymıyorlar. O yüzden evlerin çoğunun pencerelerinde Katalan bayrağı asılı.Sokaklarda kavga döğüş yok. Sulhsever bir özgürlük savaşı. Bana çok ters geldi.
Neyse, otobüsten indikten sonra biz dönüş için  belirli kerteriz noktaları bulmaya çalışarak bir yerler tesbit etmeye başladık. Bir ağaç, bir kanepe,bir bina gibi… Şaka ..şaka. Bunlarla şehrin ortasında yer mi bulunur. Biz aynı cadde üzerinde yüksek bir apartmanın 4üncü katındaki bir sex shop un penceresinden dışarı doğru uzatılmış açılmış devasa iki kadın bacağını kerteriz olarak aldık ki görmemenin, bulamamanın olanağı pek yok. Ama dönüşte bir ara bunların kaldırılmış olduğunu zannederek panikledik. Meğer tam altında durduğumuz için görememişiz. Bunda gülecek bir şey yok.
La Rambla’yı kolay bulduk ve dolaşmaya başladık. Mağazalara girdik,AVM lere gittik. Market dolaştık. Yağ ve domuz kokuları kokladık, iki üç yere girip çıktıktan sonra sandviç yemekte  fikir birliğine vardık. Hele bir keresinde İstanbul Restoran diye bir yere girdik. İzbe bir yer verdiler. Yahu,sen taa Adana’dan gel burada adana kebabı ye. Yakışırmı? diyerek kendimizi sokağa dar attık.
Biraz daha etrafta dolaştık. Gene dükkanlara girdik çıktık, sokaktaki kanapelerde oturup  geleni geçeni seyrettik. Tanıdık kimseye rastlamadık ama turdan bazılarıyla rastlaştık. Akşama doğru saat 4-5 civarı  dönmeye karar vererek  otobüse yöneldik. Sabahleyin aldığımız kerterizlerden yolumuzu ufak şaşırmayla da olsa kolayca bularak durağa geldik ve bizi beklemekte olan otobüse binip yarım saat süren seyirli bir yolculuktan sonra otelimize eriştik. Carefurdan  aldığımız,peynir,ekmek , kaşar yiyerek seyahate özel sandviç rejimimize uygun yemeğimizi yiyip  TV rejimiyle ikinci günü kapattık.
Üçüncü gün kahvaltıyla başladı. Otelimizin kahvaltı menüsü  bizim Girnedeki kahvaltı menüleri kadar değilse de tatmin ediciydi. Turdan bazıları bugün ekstra Girona turuna gideceklerdi. Bu yüzden kahvaltıyı erken yaptık. Bir iki saat oyalandıktan sonra tabii Göksel ve Sümranla kendimizi sokağa attık. Bu arada onların dünkü gezilerinin güzel geçtiğini iyi vakit geçirdiklerini öğrendik, biz de kendi maceramızı anlattık. Artık dost olduğumuz  63 no.lu otobüs için durağa giderek tekrar  Rambla ‘ya yönlendik. Bütün gün orada, dükkanlara,  avm lere girerek dolaştık, yemek yedik,( Sandviç cinsi)  banklarda oturduk. Alışveriş ,tabii zamanımızın çoğunu aldı.Torunlara bu, çocuklara şu diye bakındık. Aslında burada birim olarak fiatlar ucuz ama parite yüzünden hesaplanınca yani  tl  ve Euro değerleri düşünülünce pahalı geliyor. Epey bir yol yürüdük. Gene akşama doğru saat 4 de, otele gitmek üzere  otobüs..  durağına giderek otobüse bindik. Güzel bir geziydi ama yorulmuştuk, Göksel hariç … Üçüncü günün sonu.
Dördüncü gün Barselonadaki son günümüz. Kararımız Rambla’dan daha başka yerleri görmek. Akşamdan beri Göksel’de bir faaliyet var ki sormayın. Bugün  tek biletle  şehri , metro  ve otobüsle dolaşmak için sordu, soruşturdu, haritaları ve şehrin planlarını inceledi günümüzün rehberi oldu.
Gene güzel bir kahvaltı yaptık. Turdan bazıları park guell diye bir parka ve bazı yerlere extra  olarak  gidecekler. Bizim başımız kel mi biz de gideriz diyerek  otelden çıkıp  yakınımızdaki metroya gittik ama , makinelerle biraz boğuştuktan sonra oradan bilet alamayacağımızı anlayarak eski dost 63 no.lu otobüsümüzün kalktığı durağa  giderek  La Rambla’ya  gitmeye ve oradan metroya binmeye karar verdik.. Hava çok güzeldi.  Biz Katalunya meydanında resim çekip dolaşırken Göksel gene sordu soruşturdu, metroya indi  çıktı ve muzaffer tebessümle gelerek abonman biletlerini gösterdi. Artık yolumuz açılmış ve istediğimiz yere gidebilecek hale gelmiştik çok şükür.
Metro ile göksel’in tesbit ettiği durakta indik bir süre sonra. Park Guell tabelalarını takip ederek yürüdük. Bir sokağın başında o sokağı  işaret eden Park Guell tabelasını görerek girdik sokağa. Girmez olaydık dedim içimden. Önümüzde dimdik bir yokuş ve bir merdivenler denizi. Moralim tepetaklak oldu. Ama baktım başlangıçtaki birkaç yüz( evet) birkaç yüz basamak hareketli merdiven, neyse  dedim, çıkarım. Daha üstteki basamaklar şimdilik saklanmış. Gülüşerek çıkmaya başladık, yani merdivenler bizi götürmeye başladı. Biraz sonra , herhalde bütçe yetersizliğinden olsa gerek, taş basamaklar ortaya çıktı. Ben artık iyice tırstım. Göksel hareketli merdivenlerde bile basamak çıkıyor maaşallah. Gülsen ve Sümran da şikayet etmiyorlar. Bir tek ben ‘Acaba şuraya otursam da onların dönüşünü beklesem’ havasındayım. En sonunda tepeye  vardık ama ben hatırlamıyorum. Bayılmışım.
Bu park guell dedikleri meret çok geniş bir park. İçinde o mahut Gaudi’nin evleri  var herkesin merakla gezdiği. Bir de çok  büyük düz bir arenamsı alan var. Kuyrukta bekleyenleri gördük orada ücret karşılığı alana girip manzara fotoğrafı çekeceklermiş. Biz oturduk kahve içtik . Biraz dinlendikten sonra tekrar dolaşmaya başladık. Ben o lanet merdivenlerden  tekrar inmenin korkusuyla başka çıkış yolu arıyorum.  Baktım insanlar bir yöne doğru gidiyorlar. Takibe başladık. Bir de baktık ki dümdüz bir çıkışın sonunda otobüs durağına gelmişiz. Böyle bir giriş varken biz parka giden en belalı yeri seçmişiz. Park da park olsa bari…
Oradan  otobüsle daha önce indiğimiz   metroya geldik. Göksel haritadan devamlı takipte. Şaşırma ihtimalimiz sıfır. Metroya bindik ve tanıdık  Rambla’ya kolayca geldik abonman biletleri kullanarak.  Orada da bir süre dolaştık, banklarda oturduk. Carefur’a girelim dedik vazcaydık. Otele  dönmeye karar vererek otobüs durağına yürüdük . Her zamanki gibi güler yüzle _bana öyle geldi – bizi bekleyen otobüse bindik ve etrafımızı seyrede seyrede yarım saat sonra  otele geldik.. Tabii erkenden yattık.
Barcelona’ki günlerimizin sonuna gelmiştik. Dört günde çok yer dolaştık, güzel  yerler gördük çok yürüdük ama sık sık ayaklarından şikayet eden Gülsen’in yeni ayakkabıları sayesinde, Dizinden  şikayetleri olan Sümran’ın ise torunlarını sevindirebilmek   dürtüsü ile  hiç yakındıklarını duymadım. Göksel ise beni hiç şaşırtmadı.
Ertesi gün kahvaltıyı müteakip Madrid yolculuğu başladı otobüsle. Savcı gene ön koltukta tabii. Yolculuk 6 saat kadar sürecek.
İlk molayı kör itin öldüğü bir yerdeki benzin istasyonunda bulunan markette verdik, buz gibi bir havada. Çok kalabalıktı. Hediyelik eşyalar satılıyordu
Turistik fiatlarla.  Biz ilgilenmedik , turist değiliz ki…
Otobüs tekrar hareket etti. Etraf dümdüz geniş arazi. Üzerinde elektrik üreten büyük 3 kanatlı pervaneler var. Emre iyi bilir bunları Çeşmeden. Yüzlerce. Ara sıra uzaktan geçen hızlı trenleri de görüyoruz. Rahat bir yolculuktan sonra Zaragosa’ya geldik. Burada iki saat  yemek molası var.  Önce  rehberle dar Bodrumvari sokakları dolaştık, resimler çekildi tabii. Bir de içerde ayin varken muhteşem bir Katedrali gezdik. Pilar  Katedrali. Nefis dini heykeller  ve süslemelerle dolu  çok büyük bir katedral. Bu şehir Arap  ve Endülüs mimarisi etkisinde kalmış eserleriyle tanınıyor. Ayrıca çok miktarda Roma kalıntıları da varmış.
Bu  bir saatlik geziden sonra, yemek faslına geçildi. Ben gene sandviç rejimine devam edeceğiz derken, rehberin bir arkadaşının yerine gittik. Orada birkaç defa ‘ bizim yemekler nerde kaldı? ‘ diye figan ettikten sonra ne yedik dersiniz? Döner yedik arkasından da çay içtik. Hoş bir değişiklik oldu.
Tekrar otobüse doluştuk. Bu sefer hedef Madrid.Akşam karanlık basınca salimen Madrid’e ve havaalanı yakınındaki otelimize geldik. Buralarda sabah aydınlığı geç, akşam karanlığı erken oluyor nedense.
Otel önceki otel zincirinde ama odaları küçük fakat  kahvaltısı daha iyi bir otel.
Nitekim önce Göksel sonra da ben bize verilen odaları beğenmedik ve değiştirdik.. Otele gelince  tabii Göksel,ben bir markete gideyimde akşam için birşeyler alayım deyince ,beraber gidelim diyerek, Gülsen’de beraber yakındaki markete gidip peynir,ekmek,meyve suyu ve su alarak otele döndük ve hep beraber otel odamızda oturup yedik. Sandviç rejimine devam. Sonra TV faslı vedalaştık. Herkes evine . Göksel hariç. O , bir grup ve rehberle birlikte metroyu öğrenmeye ve abonman bileti almak için şehre indi.Bir iki saat sonra otele dönmüş. Madrid.te ilk gecemiz.
Ertesi sabah kahvaltı ve yağmur la başladı. Güzel bir kahvaltıdan sonra öğleye kadarki şehir turuna çıkıldı otobüsle.  Madrit , Barcelona’ya nazaran bana göre daha derli toplu bir şehir, daha zengin görünümlü ve çok daha fazla heykel ve güzellikleri var. Ben burayı daha çok sevdim. Hele rehber    programa göre bir sonraki gece gidilecek olan flamenko gecesine bu gece gidileceğini anons edince daha çok sevdim.
Şehir turunda güzel yerler gördük. Bunların arasında , kah otobüste uzaktan, kah yürüyerek yakından izlediğimiz  Kraliyet sarayı,Don Kişot anıtı, İspanyol meydanı,Del Sol alanı, Barnebau stadı( Real  Madridin stadı)  gibi daha birçok yeri gezdik, gördük bilgi edindik. Öğleden sonra, bizim katılmak istemediğimiz  ekstra Toledo gezisi olduğundan  tura katılmayanlarla birlikte biz gruptan ayrıldık.  Biz biraz dolaştıktan sonra  bir Macdonaldsa girdik, karnımızı doyurduk.( Gözümün önünden üstünde duman tüten çorbalar geçiyor.)  Biraz daha dolaştıktan sonra 8 katlı bir mağazaya girdik. Baktım bizimkiler  kat kat dolaşacaklar ben izin isteyip en son kattaki kafeteryaya çıktım. Bara oturdum. Soğuk bir bira söyledim. OOOhh. 1-1.5 saat kadar sonra geldiler. Onlar  da kahve ve fanta içtiler. Dışarıda hava serinlemişti. Biraz daha dolaşıp, Göksel’in akşamdan öğrendiği  metro durağına  doğru yola çıktık. Bir meydanda Starbucks’ın önünde oturduk etrafı seyrettik. Bu arada etrafta dolaşan ve Türkçe dilenenler  gelip gidiyordu. Buna şaşırdık ama bir taraftan da uygarlığın bukadar çabuk yayılıyor olması hoşuma gitti. Tabii gene Göksel’in rehberliğinde metroya binip otele yakın durakta inerek otelimize  geldik.  Göksel ve hanımlar tekrar markete  alışverişe  gittiler akşam yemeği pardon sandviçi için. Gene otel odasında yedik. İki saat kadar sonra  taksilerle Flamenko  izleyeceğimiz  gazinoya gittik. Taksi paralarını- ki 45 Euro tuttu- sonradan rehberden tahsil ettik, anlaşma mucibi.
Yemeksiz, sadece bir içki veriliyor ücrete dahil.Ben hazırlıklı gittim. Bir viski de orada içtim. Biraz sonra  sahneye çalgıcılarla birlikte İspanyol kıyafetli 4 bayan ve bir erkek dansçı çıktı. Muhteşemdiler. Ayaklarını o özel ses çıkarması için özel yapımı olan tahta tabana  öyle bir melodi ile vuruyorlar ki bayıldım. Zaten bu dansı çok severim. Canlısını  ilk defa görüyorum. Bizim masa kalabalık. Herkes Yahya Kemali anıyor. ( Zil, şal ve gül,raksın bütün hızı Endülüs bu akşam üç defa kırmızı) Kadınlar genç ve güzel . O el ve ayak hareketlerinin ayrı anlamları var bilene. Erkek dansçı müthiş. Velhasıl kendi hesabıma bu gezinin en hoşlandığım anlarını yaşıyorum.
Tekrar taksiyle otele döndük ve bu güzel günü de sepete atarak uyuduk.
Ertesi gün,cumartesi, Madrid’teki son gün ve gece.
Kahvaltıdan sonra bugün del Sol meydanına gideceğiz kendimiz. Metroya doğru yürüyoruz. Artık herşey elimizde . Abonmanımız,haritamız ve metro krokimiz. İstediğimiz yere gideriz. Metro ile şehre iniyoruz. Zaman zaman Sümran  daha önce buraya geldiği için hatırladığı bazı yerleri bize gösterip tarif ediyor. Göksel önde. Del Sol meydanı geniş bir daire şeklinde bir alan, etrafı hediyelik eşya satan dükkanlarla çevrilmiş, yüz değilse bile 70-80 dükkan var çeşit çeşit mal satan dükkanlar. Meydan çok kalabalık. Damat
ve gelinle beraber şık giyimli insanları görünce düğün olduğunu anlıyoruz.
Bir de Örümcek adam, köpek, starwars filminden kaçmış gibi uzay kıyafetli, yada zırh giymiş soytarılar dolaşıyor. Bunlar kendileriyle fotoğraf çektirmek isteyen gariplere parayla izin veriyorlar. Ben, ‘ belki benimle de resim çektirmek istiyen olur..’diye meydana çıkmak istedim ama Gülsen izin  vermedi. Her neyse, Çevredeki 8-10 dükkanı dolaştıktan  sonra ve ben daha dolaşacak pek çok dükkan olduğunu görünce ‘Şurada ben bir kahve içeyim ‘ diye sıvışıyorum  oradaki kahvelerden birine  doğru. Göksel’in bu şansı yok. Zira kahve sevmiyor…
Biraaaz sonra  dükkanları bitirince onlar da geliyor. Tekrar çarşı merkezine doğru gittik oradan. Yemek vakti geldi. Biraz gezdik ve bu sefer  KFC’ye girdik. Hanımlar üst katta bir yer bulup otururlarken yiyecek ve içecekleri aldık. Orada epey oturduk meydana karşı, geleni gideni seyrettik.Vakit geçirdik.  Oradan çıkıp yürümeye başladık ki Gülsenle Sümran dün gittiğimiz  8 katlı mağazanın katlarıyla vedalaşmak istediler haklı olarak. Göksel ‘ben, dedi  sadece birinci katı dolacağım.’ Yürüdü..Ben de’ Sizi kapının önünde bir mendil serer beklerim Belki birkaç kuruş veren olur.’ dedimse de bir tepki alamadım. Herhalde ‘iyi olur’ demişlerdir. Kapının önüne çıktım gelene geçene bakmaya başladım. Tam mendil çıkaracaktım ki, tam benim durduğum kapının önüne biri geldi, kutusundan keman çıkardı ve kutuyu açık olarak benim mendil için düşündüğüm yere bıraktı. Biri daha geldi bir saksafon çıkardı. Arkadan biri daha geldi kocaman bir trombon çıkardı. Yanlarında da bir  erkek  ve biri şişman ve güler yüzlü, biri de zayıf iki kız var. 6 kişi, hepsi de çok gençler. Belli ki hepsi talebe. Önce saksafon başladı, ardından keman onun ardından da trombon başladı mı ? Başladı ki ne başlayış… Ben dondum kaldım oracıkta. Bir müzik ki harika. Mendili falan unuttum. Zaten ona yer yok. Kalabalıktan  neredeyse o geniş cadde tıkandı. Keman kutusuna para yağıyor  irili ufaklı  Sonra kızlar teker teker aryalar söylediler. Erkekle düetler yaptılar. Sesleri harika. Sanki  dünya para vermişim ve bir tiyatroda opera izliyormuşum. Kalabalık arttı, alkış ,kıyamet gırla. Ardı ardına meşhur operalardan aryalar, düetler . Yaşlı başlı, şık giyimli kadınlar erkekler , candan ve içten elleri acırcasına alkışlıyorlar. Cadde inledi adeta. Bir saat sürdü bu sokak konseri. Sonuna doğru bizim tayfa geldi. Onlar da birkaç parça  kısmetlendiler neyse. Ben tabii Flamenkodan  sonra  bu konseri de sepete atıp kapadım. Ama burada açıyorum.
Oradan metroya binip otele geldik  Yattık .
Artık bu seyahatle ilgili anlatacaklarımın bundan  sonrası  olağan şeyler.
‘Ertesi gün otobüsle havaalanına gittik. Free shop alışverişinden sonra saat 2.30 da uçağa binerek akşam saat 7 de İstanbul’a indik. Tek olağan dışı şey İlter ve Yiğit’in bizi karşılamaları oldu. Çok sevindik onları gördüğümüze. 
Seyahatimizin son güzel anısı da bu oldu.
Sabiha Gökçen havaalanında birer kahve içtikten sonra biz Adana’ya Gökseller de Ankara’ya  giden uçaklara binmek üzere öpüşüp ayrıldık.Onlar ne yapar bilmem ama ben Gülsen’e çorba ve sulu yemek yaptıracağım.
Sağlıklı bir şekilde bu seyahati yapabildiğimize hepimiz  çok memnunuz. Yedi günlük bu gezi fırsatını yaratanlara teşekkür ediyoruz. İnşallah böyle birkaç fırsatımız daha olur.
Seyahat tarihi: 2-9 Kasım 2014
Yazının tarihi: 16  Kasım  2014
KAYNAK: yukselovul.blogspot.com.tr/2015/04/normal-0-21-false-false-false.html

18 Ağustos 2017 Cuma

HALİT EDİP ÖZCAN, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı "TPAO" veya "TP" Genel Müdürlüğü

HALİT EDİP ÖZCAN
O, HER ŞEYDEN ÖNCE HAKİKİ BİR TPAO'LU VE SAMİMİ BİR “İYİLİK” ADAMI
Beyoğlu’nda bir pasaja girdim. Sahafları gezecektim. O pasajda bir tane sahaf olduğunu söylediler. Gittim. Karanlık içinde bir dükkân. İçeride bir mum ve ufak bir pilli bir ışıldak yanıyordu. Merhaba dedim, içeri girdim. “ Hayırdır, elektrikler de kesik galiba.” Mum ve ışıldağın gerisindeki belli-belirsiz bir yüz cevap verdi; “ Elektrik saatini değiştirmemi istediler, nesi vardı eskisinin? Ben de kabul etmedim …(sanırım mali gücü yoktu.) Benimle uğraşıyorlar.” 
Karanlık içinde birkaç dakika eskilerden konuştuktan sonra, birden “ Yoksa siz Ergün HİÇYILMAZ mısınız? “ diye sordum. “ Evet “ dedi… Aman Allah’ım; evimde birkaç kitabı bulunan bu adam böyle mi olmalıydı? Bu kadar sene birçok kalıcı iş yapan birinin bu son hali, bu mu olmalıydı? 
Bugün ona yarın size gelecekti bu aymazlık, sahip çıkmamazlık ve en önemlisi saygı duyulmamazlık.. İçime dert oldu. Eve geldim ve bu satırları yazmaya başladım. Bu kadar dernek ve cemiyet var iken Ergün Beye sahip çıkan olmamıştı.. Belki de gururundan, kimseye de bir şey söylememiş bir şey talep etmemiş, bu günlere ve bu hale gelmişti.
Bir kaç gazeteciye ve cemiyet-kuruma bu konuda yazı yazdım. İnşallah cevabını bulur.



"Benim, sizin gibi adam sokakta çok. Ama güzide kuruluş TPAO bir tane.," Halit Edip ÖZCAN,

Kutluyor ve teşekkür ediyorum. 
Bakın şu önemli, hangi meslekten olursanız olun -olalım, benim, sizin gibi adam sokakta çok. Ama güzide kuruluş TPAO bir tane. 
Bizler şanslıyız. 
Ben böyle düşünüyorum.

Saygılarımızla,
Halit Edip Özcan | halitedipozcan@gmail.com


Not: Bu e-posta, https://tpao-arastirmamerkezi5.blogspot.com.tr adresindeki  
İletişim Formu gadget'ı yoluyla gönderildi, 15 Eylül 2017 - Cuma, Ankara