Meslekte 50.yılımızı ve Petrol Mühendısleri Odası nın 47.kurulus yıldönümünü kutladık..
TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) Genel Müdürlük camiası, Bölge çalışanları ve emeklileri; Haberleşme, bilgilenme, iletişim-bilişim ve koordinasyon sitesi "ÖZEL GÖRSEL VİZYON" versiyonu
29 Ağustos 2017 Salı
25 Ağustos 2017 Cuma
ABDULLAH GÜÇLÜ, TPAO Genel Müdürlüğü Emekli Grup Başkanı TEPED (Türkiye Petrolleri Çalışan ve Emeklileri Derneği) Genel Başkanı TÜRKİYE PETROLLERİ A.O. PERSONELİ VAKFI Yön. K. Üyesi
24 Ağustos 2017 Perşembe
AHMET DİNÇER & SAFFET DÜLGER, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Genel Müdürlüğü - Arama Grubu Başkanlığı; İki Büyük Usta, İki "İLERİGELEN DUAYEN" ve UNUTULMAZ EMEKTARLAR
Göksel ÖVÜL, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Arama Grup Başkanlığı - Jeofizik (Veri İşlem Merkezi - VERİM) Araştırma Merkezi D Blok 4. Kat
Göksel ÖVÜL (TPAO-Arama, Veri İşlem Merkezi-VERİM)
& Yüksel ÖVÜL
Geçen defa İlter’in teklifi sonucu yaptığımız Amerika seyahatinden sonra, bu defa da başka bir oğlumuzun, Göksel’in oğlu yeğenim Emre’nin iteklemesiyle Göksel, Sümran, Gülsen ve ben 7 günlük bir Barselona ve Madrid gezisine çıkmaya karar verdik.
Geçen defa İlter’in teklifi sonucu yaptığımız Amerika seyahatinden sonra, bu defa da başka bir oğlumuzun, Göksel’in oğlu yeğenim Emre’nin iteklemesiyle Göksel, Sümran, Gülsen ve ben 7 günlük bir Barselona ve Madrid gezisine çıkmaya karar verdik.
Aslında bunun
‘gittik, geldik, gördük’ gibi sadece bizi ilgilendiren bir öykü gibi değil,
Anı sepetine atılan bir anı yumağı olarak hatırlanması amacıyla yazmayı
istiyorum. Yolculuk bizim Adanadan, Göksel’lerin de Ankaradan
sabahın köründe İstanbul’a hareketimizle başladı. Havaalanında
buluştuk. Birkaç telaşlı koşuşturmadan sonra telefonda tur rehberiyle de teması
kurup herkesten önce evet herkesten önce biniş
kartlarımızı alarak rahatladık. Tabii bundan amaç Free shop bölümüne daha
çok zaman ayırmaktı. Nitekim, burada etrafı dolaştıktan sonra Göksel ve ben
Biniş kapısına yönlendik. Orada epey bir süre uçağa alınma saatini bekledik. Sümran
ve Gülsen ya ağır ağır yürüdüklerinden ya da Freeshoplardan kolay
ayrılamadıklarından olsa gerek anca gelebildiler. Gökselle bakıştık, ikimiz de
gerçek sebebi biliyorduk…
Gezi grubu bir
rehberle beraber 40 kişi kadar vardı. Uçakta Türkçe konuşmalar
ve tabii ahbaplık tohumları hemen atılmaya başladı. İkram falan
yok tabii. Sümran’ın yaptığı bol peynirli sandviçler hayatımızı kurtardı.
İçicek yerine de yutkunmayla yetindik.
Saat 10.30
da kalkan uçak 3 saatlik rahat uçuştan sonra Barcelona’ya indi.
Türkiye ile bir saatlik fark var İspanya’da. Tabii Türkiye ileri.(En önde Türk
iiileri,iiileri )
Pasaport
kontrolü epeyce kalabalıktı ama fazla beklemedik ve bavulları almaya
gittik. Hanımlar kenarda beklerken biz bantın başında bavulları beklemeye
başladık. Bantın üzerinde bir parti bavul gelmiş ve bazı bavullar
sahiplerini beklemeye başlamış bile ama bant hareketsiz. Biz sonraki bavulları
bekliyoruz. Bant hala hareketsiz. Göksel’le ben karşılıklı
bakışıyoruz. Neden sonra bir ara Göksel bantın karşı tarafında bekleyen
bavullardan .birine doğru yürüdü, kontrol etti, kendi bavulu imiş. Ben uzaktan
gülmeye başladım. ‘Yahu dedim göksel’e, deminden beri çocuk babaa diye
ağlıyormuş da haberin olmamış!’ . Bant hala hareketsiz,yeni parti henüz
gelmedi. Biraz güldükten sonra bir baktım bandın çıkış ağzında bizim bavulun
renginde bir bavul daha duruyor, yanına gittim. Baktım benim bavul. O da
deminden beri kıçını yırtıyormuş Baba diye. Neyse gezilerde böyle şeyler
normal.Gülünecek bir şey değil.
Bavullarını
alan tur yolcularının daha sonra katılmasıyla(Gene de biz
bavullarımızı epey önce almışız…) terminal çıkışında toplandık. Tur
programına göre otele gitmeden önce otobüsle genel bir şehir turu
ayarlanmış Tolga’nın (rehberin adı bu.) yönetiminde. Otobüs geldi hepimiz doluştuk.Tura
katılanlar arasında bir emekli savcı,emekli öğretmenler. Bir avukat ve
bir mühendis (biz) gibi yaşlıların (biz değil) yanında çeşitli
mesleklerden gençler var. Bir de yeni evli çift. Savcı
hemen otobüste en öne oturdu, meslek alışkanlığı ile. Sonraki günler
de yerini hiç kaptırmadı. Kimse de oturmaya kalkışmadı.
Şehir turunda,
Barcelonanın gezip görülmesi gereken yerleri gerek otobüsten gerekse
yürüyerek gidilebiliyor. Bunların arasında Endülüs arenası,Katalunya
meydanı,şehre tepeden bakan nefis manzaralı Montjuık tepesi, liman, ,
Gaudi’nin evleri (Barcelona’da her yerde Gaudinin adı geçiyor.
Zannedersiniz ki tüm şehri bu mimar yapmış adam sadece mimar değil, süsleme
sanatçısı, resssam heykeltraş ve şehircilik uzmanı aynı zamanda. Heryerde,
herşeyde imzası var. Yaptıklarını düşününce sanki 200 yıl yaşamış zannedilir
ama ,1925 yılında 60 yaş civarında ölmüş garibim. Burada
çok uzaklardan da görülebilen ve bitmeyen Bazilika denen bir
büyük Kilise var. Muhteşem. Yıllardır , hem de kaç yüz yıldır inşaatı sürüyor,
etrafında hala vinçler çalışıyor. İşte Gaudi bununda yenileme çalışmalarını
yapmış. Hesaplara göre 2026 yılında yenileme çalışmaları bitecekmiş.
Ben söylenenin yalancısıyım. Her neyse bu kilisenin dört tarafını
döndürdü Tolga. Ben hemen homurdanmaya başladım.’ Ulan sen sabahın
köründen beri yollarda helak ol sonra da kalk kilise etrafında tavaf
et. Üstelik hala bitmemiş.’diye .Neyse tur devam etti. Rabla meydanı, Olimpiyat
stadını falan gezdik. O zaman daha bu rambla meydanı denen gezinti yerinin
mekanımız olacağını bilmiyorduk.
Velhasıl, bu tur
kah yürüyerek kah otobüsle olmak üzere sürdü.Rehber, İşte bu Rambla
meydanında bize birkaç saat sonra otobüsle buluşacağımız, yemek
yiyebileceğimiz yerleri gösterip sürüyü kendi haline bıraktı, kafasına göre
takılmaya gitti. Kaldık mı biz tek başımıza garip ellerde…Artık
şenlik başladı. Herkes bir yerlere dağılmaya yönlendi. Biz
de epey acıkmıştık tabii. Uçaktaki sandviçlerin tatları bile
kaybolmuştu ağızlarımızdan. Biraz dolaştıktan sonra çareyi
Burgerking’ de yemekte bulduk. Akşam saat yedi civarında gözlerimizin
önünde yatak hayalleri oluşmaya başladığı sırada otobüsle
buluşacağımız yere geldik,biraz bekledik. Beklerken ahbaplıklar ısındı. Otobüse
binince Savcının ön koltuk tutkusu belli oldu iyice..Otel şehirden 3o-40 dakika
uzakta. Etrafı seyrederek otele geldik. Fena bir otel değil,temiz banyosu
güzel,TV, koltuk falan var. Odalar önceden dağıtılmış olduğu için
beklemeden odalara çıkışımız turu yapan şirket için iyi nottu.
Sabah çok erken
kalkmış olmak,dört saatlik uçak yolculuğu,uzun yürüyüşler,gıda almada eksiklik
ve alıştığımız düzenin dışında yemek zamanları şahsen benim yaş grubumun
dışında kalan bir aktivite olduğu için beni TV ve yatak paklardı.
Ben de bu kurala uydum. Hanımlar da iyilerdi,şikayet sesi çıkarmadan uydular.
Göksel’in de maşallahı var.Bana mısın demedi,sonraki günlerde de demeyeceğini
şimdiden gösterdi.
Birinci gün
böyle geçti.
Barcelona ‘da üç
gece daha kalacağız. İkinci gün ekstra bir tur var Andorra ve
Monserrat’ya. Ben ekstra turlara katılmayı kaldıramayacağımı düşünüyorum.
Tur programına baktım.Bir tek Madrid’teki Flamenco gecesine
kaydımızı yaptırdım.Yarınki Andorra gezisine Gökseller katılmaya karar
verdiler.
İkinci gün
yağmurlu bir sabaha açtık gözlerimizi. O gün Gökseller tura gidecekleri için
yalnız olacaktık. Nitekim, kahvaltıdan sonra onlar Andorra’ya doğru yola
çıktılar. Ben o gün ertesi günlere hazırlık olsun diye şehre inen otobüsü
soruşturdum ve tarif üzerine otobüs durağını bularak beklemeye başladık.
Durakta gelecek otobüslerin kaç dakika sonra geleceğini gösteren
ışıklı bir tabela var. Bizim bineceğimiz 63 No.lu otobüs 3 dakika sonra
gelecekmiş. Ben tabii türkiye’den alışık olduğumdan, otobüs gerçekten 3 dk
sonra gelince hiç şaşırmadım.(!) biletleri şoföre kelle başı 2.60 Eu vererek
aldık ve otomatik makineye attık. Madem atacaktık, neden para vererek aldık?
dedim ama kimse oralı olmadı. 30 dakika sonra bizim de ineceğimiz son durağa
geldik. İnince gideceğimiz yerin adını biliyorduk tabii. La Rambla dedikleri gezi yeri.
Burası Katalunya denilen Meydanda. Barcelona Katalanların şehri. Özgürlük
arzuları dillere destan. Kendilerini İspanya saymıyorlar. O yüzden evlerin
çoğunun pencerelerinde Katalan bayrağı asılı.Sokaklarda kavga döğüş yok.
Sulhsever bir özgürlük savaşı. Bana çok ters geldi.
Neyse, otobüsten
indikten sonra biz dönüş için belirli kerteriz noktaları bulmaya
çalışarak bir yerler tesbit etmeye başladık. Bir ağaç, bir kanepe,bir bina
gibi… Şaka ..şaka. Bunlarla şehrin ortasında yer mi bulunur. Biz aynı cadde
üzerinde yüksek bir apartmanın 4üncü katındaki bir sex shop un penceresinden
dışarı doğru uzatılmış açılmış devasa iki kadın bacağını kerteriz olarak aldık
ki görmemenin, bulamamanın olanağı pek yok. Ama dönüşte bir ara bunların
kaldırılmış olduğunu zannederek panikledik. Meğer tam altında durduğumuz için
görememişiz. Bunda gülecek bir şey yok.
Biraz daha
etrafta dolaştık. Gene dükkanlara girdik çıktık, sokaktaki kanapelerde
oturup geleni geçeni seyrettik. Tanıdık kimseye rastlamadık ama
turdan bazılarıyla rastlaştık. Akşama doğru saat 4-5 civarı dönmeye
karar vererek otobüse yöneldik. Sabahleyin aldığımız kerterizlerden
yolumuzu ufak şaşırmayla da olsa kolayca bularak durağa geldik ve bizi
beklemekte olan otobüse binip yarım saat süren seyirli bir yolculuktan sonra
otelimize eriştik. Carefurdan aldığımız,peynir,ekmek , kaşar
yiyerek seyahate özel sandviç rejimimize uygun yemeğimizi yiyip TV
rejimiyle ikinci günü kapattık.
Üçüncü gün
kahvaltıyla başladı. Otelimizin kahvaltı menüsü bizim Girnedeki
kahvaltı menüleri kadar değilse de tatmin ediciydi. Turdan bazıları bugün
ekstra Girona turuna gideceklerdi. Bu yüzden kahvaltıyı erken yaptık. Bir iki
saat oyalandıktan sonra tabii Göksel ve Sümranla kendimizi sokağa attık. Bu
arada onların dünkü gezilerinin güzel geçtiğini iyi vakit geçirdiklerini
öğrendik, biz de kendi maceramızı anlattık. Artık dost olduğumuz 63
no.lu otobüs için durağa giderek tekrar Rambla ‘ya yönlendik. Bütün
gün orada, dükkanlara, avm lere girerek dolaştık, yemek yedik,(
Sandviç cinsi) banklarda oturduk. Alışveriş ,tabii zamanımızın
çoğunu aldı.Torunlara bu, çocuklara şu diye bakındık. Aslında burada birim
olarak fiatlar ucuz ama parite yüzünden hesaplanınca yani tl ve
Euro değerleri düşünülünce pahalı geliyor. Epey bir yol yürüdük. Gene akşama
doğru saat 4 de, otele gitmek üzere otobüs.. durağına
giderek otobüse bindik. Güzel bir geziydi ama yorulmuştuk, Göksel hariç … Üçüncü
günün sonu.
Dördüncü gün
Barselonadaki son günümüz. Kararımız Rambla’dan daha başka yerleri görmek.
Akşamdan beri Göksel’de bir faaliyet var ki sormayın. Bugün tek
biletle şehri , metro ve otobüsle dolaşmak için sordu,
soruşturdu, haritaları ve şehrin planlarını inceledi günümüzün rehberi oldu.
Gene güzel bir
kahvaltı yaptık. Turdan bazıları park guell diye bir parka ve bazı yerlere
extra olarak gidecekler. Bizim başımız kel mi biz de
gideriz diyerek otelden çıkıp yakınımızdaki metroya gittik
ama , makinelerle biraz boğuştuktan sonra oradan bilet alamayacağımızı
anlayarak eski dost 63 no.lu otobüsümüzün kalktığı durağa giderek La Rambla ’ya gitmeye
ve oradan metroya binmeye karar verdik.. Hava çok güzeldi. Biz
Katalunya meydanında resim çekip dolaşırken Göksel gene sordu soruşturdu,
metroya indi çıktı ve muzaffer tebessümle gelerek abonman
biletlerini gösterdi. Artık yolumuz açılmış ve istediğimiz yere gidebilecek
hale gelmiştik çok şükür.
Metro ile
göksel’in tesbit ettiği durakta indik bir süre sonra. Park Guell tabelalarını
takip ederek yürüdük. Bir sokağın başında o sokağı işaret eden Park
Guell tabelasını görerek girdik sokağa. Girmez olaydık dedim içimden. Önümüzde
dimdik bir yokuş ve bir merdivenler denizi. Moralim tepetaklak oldu. Ama baktım
başlangıçtaki birkaç yüz( evet) birkaç yüz basamak hareketli merdiven,
neyse dedim, çıkarım. Daha üstteki basamaklar şimdilik saklanmış.
Gülüşerek çıkmaya başladık, yani merdivenler bizi götürmeye başladı. Biraz
sonra , herhalde bütçe yetersizliğinden olsa gerek, taş basamaklar ortaya
çıktı. Ben artık iyice tırstım. Göksel hareketli merdivenlerde bile basamak
çıkıyor maaşallah. Gülsen ve Sümran da şikayet etmiyorlar. Bir tek ben ‘Acaba
şuraya otursam da onların dönüşünü beklesem’ havasındayım. En sonunda
tepeye vardık ama ben hatırlamıyorum. Bayılmışım.
Bu park guell
dedikleri meret çok geniş bir park. İçinde o mahut Gaudi’nin evleri var
herkesin merakla gezdiği. Bir de çok büyük düz bir arenamsı alan
var. Kuyrukta bekleyenleri gördük orada ücret karşılığı alana girip manzara
fotoğrafı çekeceklermiş. Biz oturduk kahve içtik . Biraz dinlendikten sonra
tekrar dolaşmaya başladık. Ben o lanet merdivenlerden tekrar inmenin
korkusuyla başka çıkış yolu arıyorum. Baktım insanlar bir yöne
doğru gidiyorlar. Takibe başladık. Bir de baktık ki dümdüz bir çıkışın sonunda
otobüs durağına gelmişiz. Böyle bir giriş varken biz parka giden en belalı yeri
seçmişiz. Park da park olsa bari…
Oradan otobüsle
daha önce indiğimiz metroya geldik. Göksel haritadan devamlı
takipte. Şaşırma ihtimalimiz sıfır. Metroya bindik ve tanıdık Rambla’ya
kolayca geldik abonman biletleri kullanarak. Orada da bir süre
dolaştık, banklarda oturduk. Carefur’a girelim dedik vazcaydık. Otele dönmeye
karar vererek otobüs durağına yürüdük . Her zamanki gibi güler yüzle _bana öyle
geldi – bizi bekleyen otobüse bindik ve etrafımızı seyrede seyrede yarım saat
sonra otele geldik.. Tabii erkenden yattık.
Barcelona’ki
günlerimizin sonuna gelmiştik. Dört günde çok yer dolaştık, güzel yerler
gördük çok yürüdük ama sık sık ayaklarından şikayet eden Gülsen’in yeni
ayakkabıları sayesinde, Dizinden şikayetleri olan Sümran’ın ise
torunlarını sevindirebilmek dürtüsü ile hiç
yakındıklarını duymadım. Göksel ise beni hiç şaşırtmadı.
Ertesi gün
kahvaltıyı müteakip Madrid yolculuğu başladı otobüsle. Savcı gene ön koltukta
tabii. Yolculuk 6 saat kadar sürecek.
İlk molayı kör
itin öldüğü bir yerdeki benzin istasyonunda bulunan markette verdik, buz
gibi bir havada. Çok kalabalıktı. Hediyelik eşyalar satılıyordu
Turistik
fiatlarla. Biz ilgilenmedik , turist değiliz ki…
Otobüs tekrar
hareket etti. Etraf dümdüz geniş arazi. Üzerinde elektrik üreten büyük 3
kanatlı pervaneler var. Emre iyi bilir bunları Çeşmeden. Yüzlerce. Ara sıra
uzaktan geçen hızlı trenleri de görüyoruz. Rahat bir yolculuktan sonra
Zaragosa’ya geldik. Burada iki saat yemek molası var. Önce rehberle
dar Bodrumvari sokakları dolaştık, resimler çekildi tabii. Bir de içerde ayin
varken muhteşem bir Katedrali gezdik. Pilar Katedrali. Nefis dini
heykeller ve süslemelerle dolu çok büyük bir katedral. Bu
şehir Arap ve Endülüs mimarisi etkisinde kalmış eserleriyle
tanınıyor. Ayrıca çok miktarda Roma kalıntıları da varmış.
Bu bir
saatlik geziden sonra, yemek faslına geçildi. Ben gene sandviç rejimine devam
edeceğiz derken, rehberin bir arkadaşının yerine gittik. Orada birkaç defa ‘
bizim yemekler nerde kaldı? ‘ diye figan ettikten sonra ne yedik dersiniz? Döner
yedik arkasından da çay içtik. Hoş bir değişiklik oldu.
Tekrar otobüse
doluştuk. Bu sefer hedef Madrid.Akşam karanlık basınca salimen Madrid’e ve
havaalanı yakınındaki otelimize geldik. Buralarda sabah aydınlığı geç, akşam
karanlığı erken oluyor nedense.
Otel önceki otel
zincirinde ama odaları küçük fakat kahvaltısı daha iyi bir otel.
Nitekim önce
Göksel sonra da ben bize verilen odaları beğenmedik ve değiştirdik.. Otele
gelince tabii Göksel,ben bir markete gideyimde akşam için birşeyler
alayım deyince ,beraber gidelim diyerek, Gülsen’de beraber yakındaki markete
gidip peynir,ekmek,meyve suyu ve su alarak otele döndük ve hep beraber
otel odamızda oturup yedik. Sandviç rejimine devam. Sonra TV faslı vedalaştık.
Herkes evine . Göksel hariç. O , bir grup ve rehberle birlikte metroyu
öğrenmeye ve abonman bileti almak için şehre indi.Bir iki saat sonra otele
dönmüş. Madrid.te ilk gecemiz.
Ertesi sabah
kahvaltı ve yağmur la başladı. Güzel bir kahvaltıdan sonra öğleye kadarki şehir
turuna çıkıldı otobüsle. Madrit , Barcelona’ya nazaran bana göre
daha derli toplu bir şehir, daha zengin görünümlü ve çok daha fazla heykel ve
güzellikleri var. Ben burayı daha çok sevdim. Hele rehber programa
göre bir sonraki gece gidilecek olan flamenko gecesine bu gece gidileceğini
anons edince daha çok sevdim.
Şehir turunda
güzel yerler gördük. Bunların arasında , kah otobüste uzaktan, kah yürüyerek
yakından izlediğimiz Kraliyet sarayı,Don Kişot anıtı, İspanyol
meydanı,Del Sol alanı, Barnebau stadı( Real Madridin stadı) gibi
daha birçok yeri gezdik, gördük bilgi edindik. Öğleden sonra, bizim katılmak
istemediğimiz ekstra Toledo gezisi
olduğundan tura katılmayanlarla birlikte biz gruptan ayrıldık. Biz
biraz dolaştıktan sonra bir Macdonaldsa girdik, karnımızı doyurduk.(
Gözümün önünden üstünde duman tüten çorbalar geçiyor.) Biraz daha
dolaştıktan sonra 8 katlı bir mağazaya girdik. Baktım bizimkiler kat
kat dolaşacaklar ben izin isteyip en son kattaki kafeteryaya çıktım. Bara oturdum.
Soğuk bir bira söyledim. OOOhh. 1-1.5 saat kadar sonra geldiler. Onlar da
kahve ve fanta içtiler. Dışarıda hava serinlemişti. Biraz daha dolaşıp,
Göksel’in akşamdan öğrendiği metro durağına doğru yola
çıktık. Bir meydanda Starbucks’ın önünde oturduk etrafı seyrettik. Bu arada
etrafta dolaşan ve Türkçe dilenenler gelip gidiyordu. Buna şaşırdık
ama bir taraftan da uygarlığın bukadar çabuk yayılıyor olması hoşuma gitti.
Tabii gene Göksel’in rehberliğinde metroya binip otele yakın durakta inerek otelimize geldik. Göksel
ve hanımlar tekrar markete alışverişe gittiler akşam
yemeği pardon sandviçi için. Gene otel odasında yedik. İki saat kadar
sonra taksilerle Flamenko izleyeceğimiz gazinoya
gittik. Taksi paralarını- ki 45 Euro tuttu- sonradan rehberden tahsil ettik,
anlaşma mucibi.
Yemeksiz, sadece
bir içki veriliyor ücrete dahil.Ben hazırlıklı gittim. Bir viski de orada
içtim. Biraz sonra sahneye çalgıcılarla birlikte İspanyol kıyafetli
4 bayan ve bir erkek dansçı çıktı. Muhteşemdiler. Ayaklarını o özel ses
çıkarması için özel yapımı olan tahta tabana öyle bir melodi ile
vuruyorlar ki bayıldım. Zaten bu dansı çok severim. Canlısını ilk
defa görüyorum. Bizim masa kalabalık. Herkes Yahya Kemali anıyor. ( Zil, şal ve
gül,raksın bütün hızı Endülüs bu akşam üç defa kırmızı) Kadınlar genç ve güzel
. O el ve ayak hareketlerinin ayrı anlamları var bilene. Erkek dansçı müthiş.
Velhasıl kendi hesabıma bu gezinin en hoşlandığım anlarını yaşıyorum.
Tekrar taksiyle
otele döndük ve bu güzel günü de sepete atarak uyuduk.
Ertesi
gün,cumartesi, Madrid’teki son gün ve gece.
Kahvaltıdan
sonra bugün del Sol meydanına gideceğiz kendimiz. Metroya doğru yürüyoruz.
Artık herşey elimizde . Abonmanımız,haritamız ve metro krokimiz. İstediğimiz
yere gideriz. Metro ile şehre iniyoruz. Zaman zaman Sümran daha önce
buraya geldiği için hatırladığı bazı yerleri bize gösterip tarif ediyor. Göksel
önde. Del Sol meydanı geniş bir daire şeklinde bir alan, etrafı hediyelik eşya
satan dükkanlarla çevrilmiş, yüz değilse bile 70-80 dükkan var çeşit çeşit mal
satan dükkanlar. Meydan çok kalabalık. Damat
ve gelinle
beraber şık giyimli insanları görünce düğün olduğunu anlıyoruz.
Bir de Örümcek
adam, köpek, starwars filminden kaçmış gibi uzay kıyafetli, yada zırh giymiş
soytarılar dolaşıyor. Bunlar kendileriyle fotoğraf çektirmek isteyen gariplere
parayla izin veriyorlar. Ben, ‘ belki benimle de resim çektirmek istiyen
olur..’diye meydana çıkmak istedim ama Gülsen izin vermedi. Her
neyse, Çevredeki 8-10 dükkanı dolaştıktan sonra ve ben daha
dolaşacak pek çok dükkan olduğunu görünce ‘Şurada ben bir kahve içeyim ‘ diye
sıvışıyorum oradaki kahvelerden birine doğru. Göksel’in
bu şansı yok. Zira kahve sevmiyor…
Biraaaz
sonra dükkanları bitirince onlar da geliyor. Tekrar çarşı merkezine
doğru gittik oradan. Yemek vakti geldi. Biraz gezdik ve bu sefer KFC’ye
girdik. Hanımlar üst katta bir yer bulup otururlarken yiyecek ve içecekleri
aldık. Orada epey oturduk meydana karşı, geleni gideni seyrettik.Vakit
geçirdik. Oradan çıkıp yürümeye başladık ki Gülsenle Sümran dün
gittiğimiz 8 katlı mağazanın katlarıyla vedalaşmak istediler haklı
olarak. Göksel ‘ben, dedi sadece birinci katı dolacağım.’
Yürüdü..Ben de’ Sizi kapının önünde bir mendil serer beklerim Belki birkaç
kuruş veren olur.’ dedimse de bir tepki alamadım. Herhalde ‘iyi olur’
demişlerdir. Kapının önüne çıktım gelene geçene bakmaya başladım. Tam mendil
çıkaracaktım ki, tam benim durduğum kapının önüne biri geldi, kutusundan keman
çıkardı ve kutuyu açık olarak benim mendil için düşündüğüm yere bıraktı. Biri
daha geldi bir saksafon çıkardı. Arkadan biri daha geldi kocaman bir trombon
çıkardı. Yanlarında da bir erkek ve biri şişman ve güler
yüzlü, biri de zayıf iki kız var. 6 kişi, hepsi de çok gençler. Belli ki hepsi
talebe. Önce saksafon başladı, ardından keman onun ardından da trombon başladı
mı ? Başladı ki ne başlayış… Ben dondum kaldım oracıkta. Bir müzik ki harika.
Mendili falan unuttum. Zaten ona yer yok. Kalabalıktan neredeyse o
geniş cadde tıkandı. Keman kutusuna para yağıyor irili ufaklı Sonra
kızlar teker teker aryalar söylediler. Erkekle düetler yaptılar. Sesleri
harika. Sanki dünya para vermişim ve bir tiyatroda opera
izliyormuşum. Kalabalık arttı, alkış ,kıyamet gırla. Ardı ardına meşhur
operalardan aryalar, düetler . Yaşlı başlı, şık giyimli kadınlar erkekler ,
candan ve içten elleri acırcasına alkışlıyorlar. Cadde inledi adeta. Bir
saat sürdü bu sokak konseri. Sonuna doğru bizim tayfa geldi. Onlar da birkaç
parça kısmetlendiler neyse. Ben tabii Flamenkodan sonra bu
konseri de sepete atıp kapadım. Ama burada açıyorum.
Oradan metroya
binip otele geldik Yattık .
Artık bu
seyahatle ilgili anlatacaklarımın bundan sonrası olağan
şeyler.
‘Ertesi gün
otobüsle havaalanına gittik. Free shop alışverişinden sonra saat 2.30 da uçağa
binerek akşam saat 7 de İstanbul’a indik. Tek olağan dışı şey İlter ve Yiğit’in
bizi karşılamaları oldu. Çok sevindik onları gördüğümüze.
Seyahatimizin
son güzel anısı da bu oldu.
Sabiha Gökçen
havaalanında birer kahve içtikten sonra biz Adana’ya Gökseller de
Ankara’ya giden uçaklara binmek üzere öpüşüp ayrıldık.Onlar ne yapar
bilmem ama ben Gülsen’e çorba ve sulu yemek yaptıracağım.
Sağlıklı bir
şekilde bu seyahati yapabildiğimize hepimiz çok memnunuz. Yedi
günlük bu gezi fırsatını yaratanlara teşekkür ediyoruz. İnşallah böyle birkaç
fırsatımız daha olur.
Seyahat tarihi:
2-9 Kasım 2014
Yazının tarihi:
16 Kasım 2014
18 Ağustos 2017 Cuma
HALİT EDİP ÖZCAN, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı "TPAO" veya "TP" Genel Müdürlüğü
Beyoğlu’nda bir
pasaja girdim. Sahafları gezecektim. O pasajda bir tane sahaf olduğunu
söylediler. Gittim. Karanlık içinde bir dükkân. İçeride bir mum ve ufak bir
pilli bir ışıldak yanıyordu. Merhaba dedim, içeri girdim. “ Hayırdır,
elektrikler de kesik galiba.” Mum ve ışıldağın gerisindeki belli-belirsiz bir
yüz cevap verdi; “ Elektrik saatini değiştirmemi istediler, nesi vardı
eskisinin? Ben de kabul etmedim …(sanırım mali gücü yoktu.) Benimle
uğraşıyorlar.”
Karanlık içinde birkaç dakika eskilerden konuştuktan sonra, birden “ Yoksa siz
Ergün HİÇYILMAZ mısınız? “ diye sordum. “ Evet “ dedi… Aman Allah’ım; evimde birkaç kitabı bulunan bu adam böyle mi olmalıydı? Bu
kadar sene birçok kalıcı iş yapan birinin bu son hali, bu mu olmalıydı?
Bugün ona yarın size gelecekti bu aymazlık, sahip çıkmamazlık ve en önemlisi
saygı duyulmamazlık.. İçime dert oldu. Eve geldim ve bu satırları yazmaya
başladım. Bu kadar dernek ve cemiyet var iken Ergün Beye sahip çıkan
olmamıştı.. Belki de gururundan, kimseye de bir şey söylememiş bir şey talep
etmemiş, bu günlere ve bu hale gelmişti.
Bir kaç gazeteciye ve cemiyet-kuruma bu konuda yazı yazdım. İnşallah cevabını
bulur.
"Benim, sizin gibi adam sokakta çok. Ama güzide kuruluş TPAO bir tane.," Halit Edip ÖZCAN,
Kutluyor ve teşekkür ediyorum.
Bakın şu önemli, hangi meslekten olursanız olun -olalım, benim, sizin gibi adam sokakta çok. Ama güzide kuruluş TPAO bir tane.
Bizler şanslıyız.
Ben böyle düşünüyorum.
Saygılarımızla,
Halit Edip Özcan | halitedipozcan@gmail.com
Not: Bu e-posta, https://tpao-arastirmamerkezi5.blogspot.com.tr adresindeki
İletişim Formu gadget'ı yoluyla gönderildi, 15 Eylül 2017 - Cuma, Ankara
Bakın şu önemli, hangi meslekten olursanız olun -olalım, benim, sizin gibi adam sokakta çok. Ama güzide kuruluş TPAO bir tane.
Bizler şanslıyız.
Ben böyle düşünüyorum.
Saygılarımızla,
Halit Edip Özcan | halitedipozcan@gmail.com
Not: Bu e-posta, https://tpao-arastirmamerkezi5.blogspot.com.tr adresindeki
İletişim Formu gadget'ı yoluyla gönderildi, 15 Eylül 2017 - Cuma, Ankara
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)